‘Kendi inancımızı kendimiz pişiriyor
EFNAN ATMACA- Gelecek yıl 12. sezonunun perdesini açacak Moda Sahnesi hız kesmeden üretime devam ediyor. Yaz-kış demeden oyunlarını sahneleyip tiyatroseverleri ağırlıyor. Tiyatronun yeni oyunu “Caligula Suikastı”. Dünya Prömiyeri Moda Sahnesi’nde gerçekleştirilen oyun Bulgar yazar Stefan Tsanev’in imzasını taşıyor. Kemal Aydoğan’ın yönetmenliğini yaptığı oyunda Münir Can Cindoruk, Mehmet Tekatlı, Adem Yıldırım rol alıyorlar. Oyun mizahın gücünü yanına alarak eleştirinin nasıl yapılacağına dair önemli bir örnek. Metindeki eleştiriler tüm tuşlara aynı anda basıp bugünün dünyasının yanlışlarını bir bir ortaya koyup çozümün de yine halkta olduğunu söylüyor. Oyunla ve tiyatroyla ilgili usta isim Kemal Aydoğan ile konuştuk.
*Öncelikle 12. sezonunuzu sormak istiyorum. Bu 12 sezonda pek çok zorlukla başa çıkarken üretime hiç durmadan devam ettiniz. Yoktan var ettiniz, gittikçe büyüdünüz. Neydi en büyük itici gücünüz?
Genelde sanata, özelde tiyatroya destek vermenin modellerini kuramamış bir toplumda yaşıyoruz. Devlet tiyatroları ve birkaç şehir tiyatrosunu kamu adına sanat yapan yerler olarak bellemiş olan bu ‘devletlu’ zihniyet, bunlar dışındaki oluşumları kamu ya da toplum yararına hareket eden sanat kurumları olarak tanımlamıyor. Bu koşullarda tek bir şey kalıyor o da kişilerin kendi içlerindeki sanata inanç. Tiyatro yoluyla insanın insana etki edebileceği inancına sahip olmasak sorduğunuz itici gücü bulmamız imkânsız. Kendi inancımızı kendimiz pişiriyoruz hülasa.
*Önümüzdeki yıllar için koyduğunuz hedef nedir peki?
Öncelikle hayatta kalmak. Sonra da çokça oyun üretmek. Oyun üretirken türlü türlü karşılaşmalar yaşanıyor, bunlar yeni yolculuklara vesile oluyor. Mesela geçmişte dans tiyatrosu alanında da üretimlere ev sahipliği yapıyorduk. Ya da felsefeden, edebiyata pek çok konuda seminere ev sahipliği yapmıştık. Pandemi tüm bunları sekteye uğrattı. Önümüzdeki yıllarda benzer etkileşim imkânlarını harekete geçirmek isteriz.
* “Caligula Suikastı”na gelirsek… Oyun, halkın özgürlüğüne sahip çıkması gerektiğini söylüyor. Bir anlamda halkın gücünün farkına varması gerektiğini anlatıyor. Siz neden bu oyunu seçtiniz, hem cesur hem de mizahın gücünü arkasına alan sert bir mesajı var?
“Caligula Suikastı” özgürleşme üzerine bir oyun. Halkın bu konudaki isteğinin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Bir tersinleme ile halkın özgürlüğünün peşine düşmesini bir imparator söylüyor. Toplumun içinde olduğu ataletin nedenlerini yüzümüze çarpıyor. Bu politik sözü mizahın diliyle yapıyor. Özgürleşmek için muhtaç olduğumuz cesaret ve kudretin bizde, halkta olduğunu söylemesi, bu sorumluluğu hatırlatması açısından oyunu önemli buluyoruz.
*Tarihin en psikopat tiranı Caligula onun tüm kötülüklerine katlandıkları için yöneticileri, halkı ve soylu sınıfı suçlayarak onları harekete geçmeye zorluyor. Güce tapmak, güçlünün yanında olmak, toplumsal ikiyüzlülük mü aslında sistemin bu türlü işlemesini sağlayan. Bir nevi devrim bu oyun. Böyle bir devrim mi gerekir her şeyi yeniden inşa etmek için?
Caligula bize dönüp bir imparatorun işkencesine neden boyun eğdiğimizi soruyor. Güce tapınarak sorumluluklarını bir tek kişiye, diktatöre taşıtan halkın ‘konforunu’ bozmaktan yana kullanıyor Stefan Tsanev hakkını. İmparatorlar, despotlar var ama diğer yandan da buna boyun eğen, ona övgüler düzen halk var. Halkı kaçamayacağı bir köşeye sıkıştırıp bütün bu olumsuzlukların sürmesinin sebebini, onun suskunluğu olarak tespit ediyor oyun. “Babamı Kim Öldürdü”nün sonunda Edouard Louis babasına “Bize bir devrim şart” dedirtir. Bence tüm insanlığa bir devrim şart. Değilse yakında nefes almakta zorluk çekerek öleceğiz, ekolojik kıyamet sebebiyle.
‘Ticarileşme belası hızla yayılıyor’
*Sistemsel sorunlar hayatın her alanında görülüyor. Tiyatro da bundan muaf değil aksine çok da çekiyor bu güç dengesinde. Özel tiyatrolar için kurtuluş aranırken yanlış yollardan mı gidiliyor sizce?
Özel tiyatroların varlığı, kapladığı yer, nasıl bir faaliyet göstermesi gerektiği gibi hususların hiçbiri hakkında yerel ya da merkezi yönetim söz sahibi olmak istemiyor. Geçim derdine düşmüş tiyatrocular da sorunu çözecek adımları atmak konusunda geri duruyor. Özel tiyatroların faaliyetlerini ekonomik açıdan düzenleyecek modeller kurulması gerektiği aşikâr. Ancak özel tiyatrolara kader olarak ticari olmaktan başka bir seçenek bırakılmıyor. Kültür ve sanatı “yararcı” bir bakışla değerlendiren kültür sanat politikası yönetimi ekonomiye katkısıyla ölçüyor tiyatroyu. Bu harici bir bakıştır ve sanat ile yakın uzak ilgisi yoktur. Tiyatro iletişimdir, etkileşimdir ama ekonomik kalkınma aracı değildir. Ticarileşme belası hızla yayılıyor. Günlük cirosu 1 milyon civarı olan oyunlar peydahladı Türkiye’de tiyatro. Yapımcılar peydahladı. Tiyatro yapmamış “ünlü simalar” peydahladı. Ancak tüm bunlar alarm çanlarının çalmasına sebep olmuyor. Bu yolun sonu sanat açısından uçurumla biter.